Avrupa’nın marka olarak anılan belli başlı şehirleri; Paris, Viyana, Londra, Amsterdam, Roma, Barselona gibi binlerce yıllık geçmişiyle tarihin ve kültürün kesişim noktası, doğu ile batı arasındaki köprü olan İstanbul’umuzda tam anlamıyla bir marka şehir. Sahip olduğu tarihsel birikim, gelenek – göreneklerinin oluşturduğu kültür, medeniyetlerin bıraktığı gurme anlayışı ve müzikal zenginliği ile İstanbul, marka şehir olabilmek adına sıralayabileceğimiz birçok faktörü içinde barındırıyor.
Şehirleri marka yapan, sahip oldukları özellikleri ticaretle bağdaştırabilmeleridir. İstanbul, bu anlamda sahip olduğu tüm faktörleri ticarete bağlayabilmiş ve tercih edilen bir destinasyon haline gelmiştir. Mevcut konjonktür çerçevesinde İstanbul’u geleceğe taşımak başta yönetimler olmak üzere bu sektördeki her bir bireyin görevi. Bu çerçevede de yasalaşan Kentsel Dönüşüm, İstanbul için büyük bir fırsat.
Kentsel Dönüşüm, başta İstanbul olmak üzere tam gaz ilerliyor. Ancak bu konuda bir hususa değinmekte fayda var; Yabancı marka şehirleri bir kez da göz önüne getirirsek bu şehirlerin her birinde “Old Town” olarak adlandırdığımız bölgelerde o şehrin kültürel dokusu bir şekilde korunuyor.
Bu anlayışı İstanbul’da da görmeliyiz. Kökleri o kadar derin, kültürü bir o kadar engin bir şehirde yaşıyoruz ki, kentsel dönüşüm sürecinde göz ardı edemeyeceğimiz ve bizi biz yapan özelliklerimiz var. Örneğin Tarihi Yarımada, Galata, Eminönü, Karaköy, Boğaz Hattı, Bağdat Caddesi, Kadıköy, gibi yerlerde mevcut kültürel dokunun korunmasına özen gösterilmeli. Dönüşen yapılar, dönüşümün gerçekleştiği bölgenin özellikleri ile bütünlük taşımalı.
Kentsel Dönüşüm’ü başladığı bölgeyi alt yapı açısından güçlendiren, üst yapı olarak bölgesel özelliklerine bağlı kalarak renove eden, gerçekleştirildiği bölgenin çehresini değiştirirken sosyalleştiren ve dinamizm katan bir süreç olarak görmek, bizi hedeflerimize ulaştıracaktır.